top of page

Türk Piramitlerinin gizemi

Güncelleme tarihi: 6 gün önce

Bugün Çin Halk Cumhuriyeti’nin sınırları içerisinde yer alan, Şensi şehrine 100 km uzaklıkta Şin Ling Shan dağlarında Ön-Türk uygarlıklarından birisi tarafından inşa edilmiş, etrafında irili ufaklı 100 adet piramitle beraber, 300 metre yüksekliğinde bir piramit bulunmaktadır: Beyaz Piramit.

Tarihçi ve arkeologlara göre bu piramitler, zamanında atalarımız tarafından yapılmıştır. Bu piramitler için söylenen bir diğer şey ise içinde Türklere ait kutsal emanetlerin bulunduğudur.

Bugüne kadar pek çok tartışmaya sebep olan ‘beyaz piramitler‘ çok tartışıldı. Kimisi gerçek dedi, kimisi yok dedi. Bazı araştırmacılar ise, Çin’in bu piramitlerdeki çok önemli bilgilerin açığa çıkmaması için büyük bir çaba gösterdiğini ve bunun için bu piramitleri ve içindeki bilgileri gizlediğini söyledi.

Bölge yasaklı denilse de Çin hükümeti dikkatleri üzerinden kaldırmak için buradaki bazı yapıları ziyarete açtı. Anca bizim odaklandığımız Beyaz Piramit halen arkasındaki sırrı korumaya devam ediyor.

Bu dev piramit ve etrafındaki onlarca yapının 5 ile 6 bin yıllık oldukları tahmin edilmektedir.

Beyaz piramitleri, 2. Dünya savaşı sırasında Amerikalı pilot James Gaussan, Hindistan’dan Chungking’e erzak taşırken gördüğünü rapor etti. Kireçtaşından yapıldıklarını tahmin ettiğini söyledi. Böylece bu bölgedeki dev piramitleri tartışmaya açmış oldu. Alman araştırmacı yazar, Hartwig Hausdorf bölgeyi bizzat ziyaret etti. Birçok materyal ve bilgi topladı.

Ancak Hausdof bu piramitlerde, ön Türklere ait yazıtlar ve çok değişik mumyalar olduğunu söylese de dillendiremediği için bu bilgileri her zaman kuşkuyla karşılandı.

1954 yılında C-54 uçağından çekilen ilk fotoğraf Life Dergisi’nde yayınlandı.

Daha sonra, Çin yönetimi, bu bölgede araştırma yapmayı, hem yabancı araştırmacılara hem de kendi araştırmacılarına ve arkeologlarına yasakladı.

Bölge Çin Halk Cumhuriyeti tarafından yasak bölge ilan edilmiş olduğundan dolayı Piramitler içerisinde bulunan Mısır medeniyetinden çok ileri bir teknikle mumyalanmış olan cesetler ve Ön-Türkçe olduğu düşünülen yazıtlar üzerinde araştırma yapılamamaktadır.

Kazım Mirşan yaptığı araştırmalarda Ön-Türk uygarlıkları tarafından Ot-Oğ olarak isimlendirilen Ön-Mısır a M.Ö 3000 yıllarında Doğu Anadolu’dan Isub-Ög yazısının gittiğini tespit etmiştir.

Kazım Mirşan’ın bugüne kadar anlamı çözülemeyen 184 adet mısır hiyeroglifini Ön-Türkçe olarak okumuş olduğu ve mumyalama tekniklerinin yine M.Ö. 3000’li yıllarda Altaylarda geliştirildiği düşünülürse Piramit inşa teknolojisinin de Eski Mısır’a Ön-Türk Uygarlıkları tarafından öğretildiği üzerinde durulabilir.

Düşünebiliyor musunuz? Dünya tarihinin en ikonik yapıları, uzaylılar ve birçok iddianın merkezi Mısır piramitlerinin arkasında da görünen o ki Türkler var.

Öte yandan piramitlerden birinin içine girdiğini iddia eden Oktan Keleş de burayla ilgili çok önemli iddialara yer vermiştir.

“Beyaz piramitler” ya da “Türk piramidi” diye de anılan piramitlere giren ve orada araştırmalarda bulunan Keleş, buradaki bulgularla tarihin yeniden yazılması gerektiğini dile getirmektedir.

Hikâyenin geri kalanı ise şöyle

Çin işgali altındaki Doğu Türkistan’da rehberimizle buluştuk. Öz be öz Türk rehberimiz. Bize yasak bölgede yol gösterecek.

Uzun uğraşlar sonunda ve sıkı denetimlerden geçerek; 2 gün sonra Çin’in yasak bölgesindeyiz. Haritada dahi ismi olmayan, Çin köylülerinin yaşadığı ve kendi aralarında Kehengi veya Cahangı dedikleri bir köy burası. Tahminen yerleşik ve dağınık olarak, 1500 civarı insanın yaşadığı bir köy. Buraya geliş amacımız olan piramit, yasak bölgenin 12-13 km kadar güneyinde kalıyor. Nihayet meşakkatli yolculuklardan sonra bu köydeyiz.

83 yaşında annesinin bir Uygur Türk’ü olduğunu söyleyen ve bölgede yaşayan bir kişi burada bizim sorularımıza yanıt vermeye çalışıyor.

Uygur Türkü rehberimiz, ihtiyar Çinli’yi, uzaktan akrabalıkları kullanarak ikna etmişti. Yoksa başka türlü konuşması imkânsızdı.

İhtiyar Çinli’den ayrıca şunları dinledik:

Kendisi bu köyde doğmuş büyümüş. Bütün ömrü burada geçmiş. 75 yıl önce, bugün yasak olan piramitler bölgesi, o günlerde yasak değilmiş. Daha önce piramidin içine girdiğini anlatıyor ihtiyar.

“Orası aslında Türklerin atalarına ait mezarlık. İçeride mumyalar var, piramidin içi çok soğuk, orada ayrıca, Türklerin atalarına ait resim ve yazıların olduğunu” söylüyor. Bahsettiği “yazıların ve mumyaların, sadece bir bölümde olduğunu, diğer bölümlerin kapalı olduğunu” söylüyor.

Bu ihtiyarın dedesi, 120 yaşında ölmüş. Yaşlı Çinli, dedesinden şunları dinlemiş: “Bu yapıların (piramitlerin), Türklerin atalarına ait dünyada kurulan ilk kütüphane olduğunu” söylermiş. İhtiyarın dedesi, çok bilge bir adammış. Ayrıca Türklerin atalarına çok saygı duyan bir kişiymiş.

Çinli; “fotoğraf makinesi ve kamera yanınıza almayın, eğer yakalanırsak, hafifletici sebep olur,” diyor. Biz de “tamam” diyoruz, ama fotoğraf makinesini yine de gizlice yanımıza alıyoruz. “Dijital fotoğraf makinemizi yanımıza almadan gitmenin bir anlamı yok” diye düşünüyoruz. İhtiyar Çinli, eline bastona benzer bir çubuk alarak,” kendisini takip etmemizi” istiyor.

Yaşlı Çinli; “önümüzde tepeyi aştıktan sonra piramidi göreceğimizi” söylüyor. Önümüzdeki tepe bir kaç km ama oldukça yokuş.

Nihayet tepeye çıktık. Karşımızda heyecan verici o manzara…. Buralara kadar gelme sebebimiz olan piramit, 3-4 km kadar ilerimizde. Etraf kayalık… Piramit de dev bir kayayı andırıyor. Rengi kıraç toprağın rengine benziyor.

Yaşlı Çinli’nin anlatmasına göre; Çinliler, 20-30 yıl önce helikopterle piramitlerin üzerine toprak doldurmuşlar. Ve tohumlama yaparak bitki çıkmasını sağlamışlar. Fakat yıllar sonra, kasırga ve fırtınaların etkisiyle, bu piramidin üzerindeki bitki örtüsü ve toprak tamamen kalkmış.

Yürümeye devam ettik ve nihayet Piramit tam önümüzde…

Etraf kıraç ve kayalıklı bir yer.

Piramide yakın bir yerden doğal bir mağaranın içerisine girdik. Mağaranın içerisi karanlık olduğu için, sırt çantamızdan fener çıkardık, fenerin ışığında ilerlemeye başladık… Mağarada hafif su şırıltıları duyuyoruz. Mağaranın içerisindeki geçitten piramide doğru yürümeye başladık.

Nihayet 3 kanallı bir girişe geldik. Dikey bir yerden, 7-8 metre kadar aşağı kaydık. Mağaralarda hiç yarasa göremedik. Geniş bir alana geldiğimizde yaşlı Çinli, “Piramidin içinde olduğumuzu” söylüyor. İçerisi aşırı soğuk, sanki klima çalışıyor gibi. Piramit tabii bir oluşumun üzerine yapılmış. Oldukça heyecanlıyız. Düz bir duvarın arkasından döndük ve işte o manzara.

Çinli ihtiyar, bir anda saygıyla eliyle işaret ederek feneri gösterdiği yöne tutmamızı söylüyor. Feneri, gösterdiği yöne tuttuğumuzda, buranın bir mezar odası olduğunu anlıyoruz. 2 metreye yakın boyu olan bir mumya var yerde. Heyecanımız iyice arttı. Mumyanın yanı başında bir kayada çeşitli işaretler ve yazılar görüyoruz.

Duvarda, 3 metreye yakın boyu olan, muhtemelen granit taştan yapılma bir kafa heykeli. Enteresan olan çift boynuzu veya antene benzer iki tane obje var baş kısmında.

Her şeyi incelemeye başlıyoruz. Oksijen almakta zorlanmıyoruz. Gördüğümüz mumya bir erkeğe ait. 30 sene kadar önce yüzü daha net seçiliyormuş hatta ayaklarında çizmeye benzer şeyler olduğunu söylüyor, yaşlı Çinli.

İçerde yaklaşık 7-8 dakika kadar kaldık ki, ihtiyar Çinli acele çıkmamız gerektiğini işaret ediyor. Biz biraz daha kalıp, etrafı iyice incelemek istiyoruz. Yaşlı Çinli sertleşiyor, teklifimizi kabul etmiyor. Aşağı doğru merdiven ile inilen bir yer görüyoruz ve oraya inmek istiyoruz. Yaşlı Çinli, “oraya inişin çok zor olduğunu, indikten sonra çıkışın ise daha da zor olduğunu, buradan acele çıkmamız gerektiğini” söylüyor.

Köye vardığımızda, ilk işimiz fotoğraf makinesindeki görüntüleri kontrol etmek oldu. Fotoğraf makinesinin hafıza kartını çıkararak dikkat çekmeyecek şekilde gizledik eğer köyden bir ihbar olursa, çektiğimiz resimlerin başına bir şey gelsin istemiyorduk.

Gördüğümüz mumyanın bazı parçalarını köylüler koparmış. Bu yüzden bozulmaya başlamış. Eskiden yüzü gözü daha netmiş.

Özellikle çift boynuzlu ve çift antene benzer gibi başı olan granit taştaki o yüzü sorduk: Bizi oldukça heyecanlandıran şu cümleleri sarf etti:

O sizin atanız: OĞUZ KAĞAN’ın temsili suretidir.

Bunları duyunca : (Oğuz, Öğüz, Öküz: Güçlü, dev boynuzlu manasına gelmektedir. Arapça’da ise, Zülkarneyn; çift boynuzlu manasına gelmektedir. Oğuz Kağan; kendi döneminde, başına giydiği, boynuzları olan başlıkları ile ünlüdür…) bu bilgiler aklımıza geliyor.

Bu piramidin, -muhtemelen- Oğuz Kağan’ın mezarı olduğunu” söyledi. “Daha birçok mezar odaları olduğunu ve hepsinin kapalı olduğunu” söyledi. “Çocukken birkaç tanesini gördüğünü, zamanla çöküntüler yüzünden kapandıklarını” anlattı.

Çinli’nin dedeleri, taşlarda yazılan bir efsaneden söz ederlermiş. O efsanede;

“Türklerin, Güneşin batmasına yakın bir zamanda, orduları ile buralara tekrar geleceklerini, Türklerin Doğu’ya, Asya’ya ve Dünya’ya hâkim olacakları” anlatırlarmış…

İşte Oktan Keleş’in beyaz piramitlerle imtihanı böyle. Son zamanlarda yalanlayanlar da oldu bu bilgileri ama Oktan Keleş’in anlattıkları tam olarak bilinmiyor. Eksik anlatımlar bilgilerin doğruluğuna haliyle gölge düşürüyor.

Türk tarihi öyle eşsiz ve öyle eski ki. Prof. Dr. Osman Nedim Tuna Türkçe ile Sümerce arasında yüzlerce kelime benzerliği olduğunu kanıtlamıştır. Bu da demektir ki Sümer diline karışacak bir Tükçe’nin tarihimizden 8-9 bin yıl öncesine uzanmış olması gerekir ki Sümer gibi bir medeniyetin diline karışabilsin.

Bu kadar eski bir medeniyet Asya’da Avrupa’da hüküm sürmüş Devletler kurmuş devletler yıkmış bir millet. Neden beyaz piramitler Türklere ait olmasın ki.

Bir de eski Türk geleneğindeki mezar yapılarını incelemek gerekir. Ural-Altay dillerinde yığma mezarlar kurgan olarak isimlendirilir. Türkçe kökenli olduğu istisnasız bir şekilde kabul edilmiş olan kurgan kelimesinin etimolojisi kur/kor (kurmak ve korumak) köklerine dayandırılmaktadır. Kur (u) gan (kur (ul) gan): kurulmuş (ulu, ülgen: büyük; anma: anıt) mezar yapısını ifade eden ve doğal olmayıp insanlar tarafından anıtlaştırılmış bir yapı ifade edilmek istenmiş olabilir.

Toprak olmayan kayalık alanlarda mezarın yığması taştan yapılırken, taşın bulunmadığı düz ovalardaki mezarların yığması topraktan yapılır. Esas olan mezarın üzerindeki yığının ölen kişinin toplumsal statüsüne yaraşır derece büyük ve anıtsal olmasıdır.

Halen kullandığımız “Toprağı bol olsun” sözü bile binlerce yıllık bu geleneğin günümüze yansımasıdır.

Her şey bir yana bu temenniden ziyade kanıtlarla konuşulması gereken bir konu. Ancak şunu da söylemeden geçemeyeceğim ki, milattan önce 10 binli yıllara dayandığı kanıtlanan Türk tarihinin aralanması gereken birçok kapısı halen oralarda bir yerde bizleri bekliyor.

Orta Asya’da doğan Türk; Çin’e Avrupa’ya Anadolu’ya Bering Boğazı üzerinden Amerika’ya gitmiş medeniyetlerin kurucusu olmuştur.



 
 
 

Comments


  • alt.text.label.YouTube
  • TikTok
  • Spotify
  • alt.text.label.Instagram
  • alt.text.label.Twitter
  • alt.text.label.Facebook

©2023, Tüm Yayın Hakları UluTürk Tarih'e aittir

®
bottom of page