Paşanın karısına göz koyan padişah
- Erdem Avşar
- 30 Haz 2024
- 9 dakikada okunur
Osmanlı’da kardeş katline son verilmesinin ardından devreye giren kafes sistemi birçok padişahın dünyaya bakış açısında da büyük değişikliklere hatta psikolojik sorunlara neden oldu.
Bu uygulama kapsamında 23 yıl âdeta tecritte yaşayan şehzade İbrahim de gün gelip tahta çıktığı zaman kafes uygulamasının etkisinin gösteren padişahlardan olacaktı.
Kafese kapatılan padişahlar ise bir başka videonun konusu.
İbrahim, Sultan birinci Ahmet’in en küçük erkek çocuğudur. Çocukluk yıllarından gençlik yıllarına saltanatın çok karışık olduğu bir dönemde yaşamıştır. Kendisinden önce tahta çıkan abilerinden Genç Osman çıkan isyan sonucu öldürülmüştür. Genç Osman’ın nasıl katledildiğini anlatmıştık. İzleyemeyenler için karlara ekliyorum. Yine kendisinden önce tahta çıkan dördüncü Murad ise kısmen payitahtta sükûneti sağlayabilmiştir.
Şehzade İbrahim diğer erkek kardeşleriyle birlikte kafes sistemi denilen bir sistemle, sarayda kendisine ayrılan bir bölümde 23 yıl yaşamıştır. Bu kafes sistemini, sarayın içinde, büyük bir konak gibi bir binada ev hapsinde tutulmak olarak özetleyebiliriz.
Kafes sistemi içinde yılların geçiren şehzade İbrahim yaşadığı büyük travmalardan birisi de üç erkek kardeşi, şehzadeler Kasım, Süleyman ve Bayezid'in abisi dördüncü Murad tarafından öldürülmesi olmuştur.
Travma öyle bir boyuttadır ki; abisi padişah Murad'ın öldüğünü haber vermek için odasına gelenlere inanmamış, bunun kendisini öldürmek için bir komplo olduğunu düşünüp odasında çıkmak dahi istememiştir.
Dördüncü Murad’ın ölümü üzerine Sadrazam Kemankeş Kara Mustafa Paşa tarafından gönderilen Kapıağası, İbrahim’in olduğu yere varıp “Şehzâdem mübârek başınız sağ olsun birâder-i sa‘d-ahteriniz Sultan Murad dâr-ı bakâya gitti, taht-ı saltanat sizindir buyrun” diyerek tahta çıkması için davet etmişti. Ancak İbrahim, önce bunun kendisini öldürmek için yapılan bir tertip olduğunu düşünerek “Siz bana mekr ü âl edersiz, bana taht u saltanat gerekmez, karındaşım sağ olsun benden ne istersiz” diyerek odasından çıkmamıştı.
Hatta Kösem Sultan’ın “Arslanım başın sağ olsun gel çık” diye ısrarları bile bir sonuç vermemişti. Nihayet kapıağası ve valide sultanın koltuğuna girip “Kendiniz varın nazar eylen” diyerek dışarı çıkmaya ikna edilmiş ve ağabeyinin vefat ettiğini kendisi de gördükten sonra cülusu kabul etmiştir.
Sultan İbrahim kadınlara düşkün bir padişahtı. Bunu 9 eşinin ve 17 çocuğunun olmasından da anlayabiliriz.
İşte böyle bozuk bir düzenden bahsedeceğiz. Bozuk düzenin padişahı ve koca devleti ne hale getirdiğini resmetmeye çalışacağız.
Sultanın devlet işlerini genel olarak sadrazamlara bıraktığı yazdığı Hatt-ı Hümâyunlar’a yansımasından anlaşılmaktadır. Ancak bu durum sultanın devlet işlerinden uzak olduğu anlamına da gelmiyordu.
Sultan İbrahim’in tahta çıkması ile birlikte Kösem Sultan’ın Osmanlı hanedanının son bulmasını önlemek için aldığı tedbirlerin başında padişaha sunulan cariye ve gözdelerin sayısında artış meydana gelmiştir. Bu artış harcamaların artmasına, kadınların yanında nedimlerin de devlet işlerine karışmasına sebep olmuştur.
Ayrıca bu dönemin şanssızlıklarından biri de, çocuk yaşta dördüncü Murat, dördüncü Mehmet, birinci Ahmet; akıl noksanı birinci Mustafa; ruhsal yönden sorunlu İbrahim; deneyimsiz, zamansız ıslahat yapmaya çalışan Genç Osman gibi padişahların tahta çıkmış olmalarıydı. Bu durumun imparatorluğa getirdiği yüklerden biri de “ağalar” ve “kadınlar saltanatı” gibi isimlerle anılan dönemler olmuştu.
Sultan İbrahim, sanılanın aksine “deli” değildi. Ancak belki de kafes hayatından kendisine kalan bir hastalık olarak zaman zaman ölüm korkusu ile buhran geçiriyordu. Dönemine annesi Kösem Sultan’dan başka damga vuran bir isim daha vardı: Halil İnalcık’ın Osmanlı Rasputin’i olarak tanımladığı Cinci Hoca.
Sultan İbrahim ruhça rahatsız bir portre çizmeye başlamıştı. Bu kertede işleri naiplik gibi bir kurum olmasa da Kösem Sultan görmekteydi. Sultan İbrahim arada ağırlaşıyordu. Ölüm korkusu sinirlerini felce uğratmıştı ve zaman zaman buhran geçiriyordu. İbrahim kendinden önceki 17 sultanın varisi, kendinden sonraki 18 sultanın ise atası olacaktı. Ama şimdi durum nazikti soyun devamı gerekliydi. Yeni şehzadelerin doğması için efsuna, büyüye, okuma ve üfleme işlerine girilmesine karar verilince, yeni bir musahibe, Osmanlı tarihinin en ilginç kişiliklerinden birine ikbal kapıları ardına kadar açılmış oldu.
Saray erkânı onu Hüseyin Efendi olarak çağırırken tarih Cinci Hoca olarak kaydetti.
Tarihin garip bir cilvesi, onu en iyi tanıyan kişilerden biri de Evliya Çelebi idi.
Çelebi bu yakınlığı şu sözlerle ifade eder: “Padişah yanında ondan daha yakın kimse yoktu.”
Aynı dönemde harem de karışmıştı. İbrahim’in gözdesi Şekerpare bir tartışma sırasında Kösem Sultan tarafından darp edilmiş. Olay saray dışına kadar sızmıştı.
Saraya samur kürkler getirilmesi ferman edilmiş, Sultan şatafatın içinde boğulmuştu. Saraya o kadar çok samur kürkü alınmıştı ki, piyasada kürk bulunamaz, Ruslar ve Kazak Türkleri samur kürkü yetiştiremez olmuştu.
Bu arada Cinci Hoca da ününe ün katıyordu. İşler öyle bir hale gelmişti ki makamlar onun elinin altından geçiyordu. O onay verirse bir kişi makama geliyor, o da tabii ki bu işten rüşvet alıyordu.
Son olarak Sultan İbrahim mücevherlerle kaplı bir sandal yaptırmayı bile kafasına koymuştu. Sarayın koridorlarında bu sandal konuşuluyordu. İsyanın sesleri artık duyulmaya başlanmıştı.
Girit ve Dalmaçya’da Venediklilerle devam eden mücadeleler esnasında İstanbul’un ahvali giderek bozulmakta, padişahın hastalığı ve dengesiz hareketleri artmaktaydı.
Sultan İbrahim bazı şeyhlere tedavi amacıyla daha fazla gitmeye başlamıştı. Böyle bir ziyaret için Davud Paşa’ya gittiği sırada araba yasağı emrini yerine getirilmediği gerekçesi ile kusurlu bulduğu Sadrazam Salih Paşa’yı idam ettirmiş, bundan sonra daha fazla harem kadınlarının tesir ve nüfuzu altına girmişti.
Sultan İbrahim, Sadrazam Salih Paşa’yı idam ettirdikten sonra sadaret mührünü eğlence arkadaşı Şekerpâre Hatun’un kocası olan Köse Musa’ya vermiş idi. Ancak Köse Musa Anadolu’da olduğundan onun İstanbul’a gelişine kadar sadaret kaymakamlığına getirilen Başdefterdar Ahmed Paşa verdiği üçyüz bin kuruş rüşvet karşılığında sadrazam tayin edilmişti.
İşte Osmanlı’nın durumu bu hale gelmişti. Padişah, affınıza sığınarak söylüyorum oynaştığı kadının kocasını sadrazam yapmak istiyor, idareten onun yerine bakan adam ise rüşvetle sadrazam oluyordu.
Şekerpâre Hatun konusunu da ayrı bir videoda işleyeceğim…
Sultan İbrahim’in bir başka garip hareketi de çocuk yaştaki kızlarını büyük şenlikler yaparak vezirlere nikâhlamasıdır. Sadrazam Ahmed Paşa’yı damat edinmek için hanımından ayırmış ve kızı Beyhan Sultan ile evlendirmiştir.
Haremde bulunan birçok cariyeden başka mevcut yedi hasekiye yıllık gelirleri yüzbinlerce kuruşluk hasılatın tahsis edilmesi, bunların mensuplarına yapılan harcamalar hazine gelirlerini önemli miktarda azaltmakta ve askerin bile maaşını ödemekte güçlük çekilmekteydi.
Bundan dolayı ilmî, idarî ve askerî makamlar açıktan fazla rüşvet verene satılmakta, önemli sancaklar ve geliri yüksek eyaletler hem musahip ve nedimlere hem de haseki ve kethüdalarına verilmekteydi.
Sultan İbrahim, haremdeki yedi hasekiden başka teamüllere aykırı olarak bir cariyeyi nikâhına almış, bunun için gösterişli bir düğün tertip etmiş, birçok kimseye büyük hediyeler vermeyi zorunlu tutmuştu.
Özellikle 1647 yılından itibaren sarayda meydana gelen bu hadiseler merkez ve taşrada huzursuzluğu giderek arttırdı. Eyalet ve sancakbeylerine yönelik yeni kararlar bu kesim üzerinde menfi tesirlerin artmasına sebep oldu. İstanbul dışındaki eyaletlerden kanun dışı isteklerde bulunulmaktaydı.
Hikâyeye tekrar dönecek olursak, İbrahim, israf içinde sürdürdüğü saray yaşamında bir de şişman kadınlara karşı özel bir ilgi geliştirmiş.
Sultan İbrahim güzelliğiyle meşhur Anadolu Beylerbeyi İpşir Mustafa Paşa'nın nikâhlı eşi Perihan Hanım’ın İstanbul’a, yani payitahta getirilmesini ister.
Bunun için Sivas Valisi Varvar Ali Paşa'ya bir ferman yollayarak "İpşir'in avradı tez bana gönderile" der. Ayrıca Varvar Ali Paşa’dan nizami olmayan vergiler tekâlif olarak 30.000 kuruş bayram harçlığı istenmesi isyanına sebep olmuştur.
Saraydan gelenlere tepkisi şu olur: "Bre ben kadın satıcısı mıyım? Bir Müslüman âdemin nikâhlı avradını elinden alıp padişah bile olsa bir başka herife nasıl veririm?" Bu sözleri söyleyen Varvar Ali Paşa saraydan gelenleri yaka paça huzurundan attırır ve isyan bayrağını çeker.
Devlet elden gidiyor düşüncesiyle kısa sürede Anadolu beylerinden birçoğu Osmanlı’nın haksız yönetimine isyan eden Varvar Ali Paşa'ya katılırlar.
Ne var ki bu aşamada tuhaf bir şey olur.
Kaderin cilvesine bakın ki Sultan İbrahim, isyan eden Varvar Ali Paşa'yı öldürmesi için, daha önce karısına göz diktiği, İpşir Mustafa Paşa'yı görevlendirir.
İpşir Paşa, padişahın karısına göz koymasını sineye çeker, namusu için padişaha kafa tutan Varvar Ali Paşa’nın peşine düşer.
Varvar, üzerine gönderilen İpşir Paşa'ya asi olmadığını söyleyerek, şehri teslim eder
İpşir Paşa, Tokat taraflarında kıstırdığı Varvar Ali Paşa'yı yakalar ve cellada teslim eder. Paşa ölmeden önce herkesin içinde İpşir Paşa'ya lanet eder.
Rivayet odur ki ikili arasında en son şu diyalog geçer:
"Ulan, ben senin avradının ırzını korumak için isyan etmiştim. Senin gibi herifi benim üzerime musallat etmelerinin sebebi budur, bilmiyor musun? Ben Allah'ın emrine karşı çıkmayıp da namusunu koruduğum için mi katledeceksin deyyus" diye bağırır.
İpşir paşa kızarıp bozarsa da padişah fermanını namusunun üzerinde tutar ve "Padişahın buyruğu her şeyden evladır."
Varvar Ali Paşa idam edilir, kesik başı ise görevin tamamlandığının nişanesi olarak payitahta gönderilir.
İpşir Mustafa Paşa'ya ödül olarak Halep valiliği verilmiştir.
Hanımına ne olduğu konusunda net bir bilgi yok ama Sultan İbrahim’in eşlerinden biri olmadığına göre muhtemelen İpşir Paşa'nın hanımı işin sonunda kendisine kalmış olabilir.
Varvar Ali Paşa isyanı bastırıldıktan sonra Çanakkale Boğazı’nın Venedik ablukası altında olmasından dolayı Girit’teki askere yardım malzemesi götüremeyen Kaptan-ı Derya Ammarzâde Mehmed Paşa da katledilmiştir.
Hemen arkasından İstanbul’da deprem olmuş, kısmî tahribata yol açmıştır. Bu felaket ilahi bir ceza işareti olarak görülmüş, Osmanlı payitahtında türlü türlü dedikodulara sebep olmuştur.
Nitekim devlet erkânından tahsil edilen samur ve amber bedelinin yeniçeri ocağının önde gelen ocak ağalarından da almak istenmesi olayların seyrini tümden değiştirmiş, bir anda her şey Sadrazam Ahmed Paşa’nın aleyhine dönmüştür.
Ahmed Paşa, oğlu Baki Bey’in düğününe davet ettiği ağaları bir tertip hazırlayarak ortadan kaldırma planı hazırlamıştı. Durumdan şüphelenen ağalar derhal burayı terk etmişlerdir.
Bu defa ağalar Sadrazam Ahmed Paşa’ya karşı harekete geçmek için önce Fatih Camiinde toplanmışlardır. Toplantıya katılanlar arasında Şeyhülislam Abdurrahim Efendi, kazaskerler, müderrisler, şeyhler, ocak ağaları, sipahi ve yeniçeriler mevcuttu.
Bu toplantı her ne kadar sadrazama karşı olmakla birlikte asıl hedefin padişahı tahttan indirmek olduğu bilinmekteydi.
Birbiri ardına yapılan toplantılardan ulema kararı ile padişahın istememesine rağmen, Şeyhülislam Orta Camiide eski sadrazam Ahmed Paşa’nın idamı konusunda fetva vermişti.
Nihayet eski sadrazam Behram Ağa’nın evinde yakalanıp 7-8 Ağustos gecesinde idam edilmiş, Orta Camiinde toplanan kalabalık bu defa padişahı tahttan indirmek için saraya yönelmişti.
Ertesi günü saraya giden topluluk içinde yer alan şeyhülislam, ulema, yeniçeri zabitleri ve silahlı kimseler Atmeydanı’nda toplanmışlardı. Görevi sırasında menfi icraatları ile tepki toplayan Rumeli Kazaskeri Muslihuddin Efendi’yi Sultan Ahmed Camii girişinde rastlayan kalabalık onu hemen öldürmüşler, cesedini daha önce katledilen Ahmed Paşa’nın yanına bırakmışlardır. Ancak rivayete göre aynı yerlerde dolaşmakta olan Cinci Hüseyin Efendi’yi ise dokunmamışlardı.
Sultan Ahmed Camiinde toplanan grup padişahın tahttan indirilmesi konusunda ittifak edildiğini, cumhura muhalefet edilmemesini, büyük Şehzade Mehmed’in biat için gönderilmesini talep etmişlerdi. Bu olayı Katip Çelebi de aynı şekilde yazmıştı.
Osmanlı’da bir kez daha padişah tahttan indiriliyor hatta iş yine padişahın katline gidiyordu.
Kösem Sultan, İbrahim’in yerinde kalması için ağalarla müzakere ettiyse de bir sonuç alınamamıştır. Hatta küçük yaştaki çocuğun tahta çıkmasının uygun olmadığını ifade etmesine rağmen Şeyhülislam ve Karaçelebizâde’nin etkili sözleri karşısında Şehzade Mehmed’i ortaya çıkarmış ve akabinde o tahta oturtulmuştu.
Dördüncü Mehmed çocuk yaşta tahta çıktıktan sonra İbrahim’e karar tebliğ edilmiştir. İbrahim, tahtı terk etmiştir. Daha önce kendisi için hazırlanan odaya iki cariyesi ile birlikte kapatılmıştı. Ancak İbrahim kapatıldığı odada devamlı feryat figan içinde olduğundan saray halkı bundan çok etkilenmiş ve hatta onu buradan çıkarıp yeniden tahta oturtmak istediğini halka duyurmuştur.
Bu arada yeniçeriler ile sipahiler arasında cülus bahşişi sebebiyle ortaya çıkan ihtilaf üzerine sipahiler İbrahim’i yeniden tahta çıkarmak istemişlerdi. Fitnenin büyüme ihtimaline karşılık sadrazam, şeyhülislam ve nakibüleşraf birlikte eski padişahın boğdurulması kararını verdiler.
Dördüncü Mehmed ile bir müddet görüşüp, Sultan İbrahim’in idamı ile ilgili fermanı aldılar. Sultan İbrahim’in idam gerekçelerinden birini de aynı anda iki halifenin bulunmaması hükmüne dayandırılıyordu.
Sonuç olarak, fetvadan sonra şeyhülislam, sadrazam, yeniçeri ağası odaya girerek cellat Kara Ali ile birlikte Sultan İbrahim tahttan indirildikten on gün sonra boğmak suretiyle katlettiler.
Gelelim hikâyenin diğer tarafına. İpşir Paşa’ya ne olmuştu?
1650 yılı sonlarında Halep valiliğine getirilen İpşir Mustafa Paşa çok geçmeden tekrar Sivas valiliğine tayin edildi.
Âsi Abaza Hasan’ı yakalamakla görevlendirildiyse de bu görevden alındı ve Bağdat’a gönderilmek istendi.
İpşir Paşa, Abaza Hasan tarafına geçerek âsi oldu. Onunla birlikte Ankara ve Eskişehir’e girdi, her iki yerin ileri gelenlerini öldürttü, etrafa mütesellimler, hatta tuğralı emirler gönderdi. Anadolu’da kendisine karşı koyacak güç bulunmadığı için herkes emirlerine itaat etmek zorunda kalıyordu. Nihayet İpşir Paşa’ya Halep valiliği, Abaza Hasan’a da Türkmen ağalığı verilerek mesele halledildi.
İpşir Mustafa Paşa, kısa süre sonra Halep’te keyfî şekilde hareket etmeye ve maiyeti halka zarar vermeye başladı.
Yakın dostu Sadrazam Derviş Mehmed Paşa’nın İstanbul’a davetini ve padişaha bağlılığını bildirmesi isteğini reddetti. Ancak bir süre sonra Derviş Paşa’nın felç olması üzerine sadaret mührü İpşir Mustafa Paşa’ya gönderildi.
Sizce de bu işte bir gariplik yok mu? İsyan ediyor, daha üst bir makama getiriliyor. Padişaha bağlılık için huzura çıkmayı reddediyor akabinde sadrazamlık görevi teklif ediliyor. Hey gidi Osmanlı…
Bu göreve getirilmesinde Ayşe Sultan’ın başağası Mercan Ağa ile Dârüssaâde Ağası Bayram Ağa’nın ve Şeyhülislâm Ebûsaid Mehmed Efendi’nin büyük rolü olmuştu.
İpşir Mustafa Paşa sadaret mührünü aldıktan sonra etrafına karşı daha da sertleşti; vezîriâzamlığın kendisine verilmesini yakalanması için bir tuzak zannederek Halep, Şam ve Anadolu’daki karışıklıkları düzeltme bahanesiyle İstanbul’a gitmeyeceğini bildirdi.
Nihayet daha önce birlikte isyan ettikleri Türkmen Ağası Abaza Hasan ile birlikte bin altı yüz elli dört Aralık başlarında Halep’ten ayrıldı. Yol boyunca Antalya, Adana, Karaman ve Konya güzergâhını takip eden İpşir Paşa, buralarda hakkında şikâyet bulunan vezirleri cezalandırdı, halkın beğenmediği kadıları ise yanında bulunan kadılarla değiştirdi.
İstanbul’da kendisine taraftar olanlarla muhalifleri arasında şiddetli mücadeleler olduğunu bilen İpşir Paşa daha ileri gitmeyerek İzmit’te kaldı. Sonunda güvendiği kişilerden Reyhan Ağa’nın kendisini ikna etmesi üzerine hayatı hususunda garanti aldı ve Üsküdar’a gelerek nikâhlısı Ayşe Sultan’ın buradaki sarayına yerleşti.
Kısa süre sonra sipahiler İpşir Paşa’yı padişaha ve şeyhülislâma şikâyet ettilerse de bir sonuç elde edemediler, bunun üzerine yeniçerilerle birleşmeye karar verdiler. Diğer taraftan İpşir Paşa’nın, kendisine rakip gördüğü tek seveni Kaptanıderyâ Kara Murad Paşa’ya cephe alması onunla da arasının açılmasına sebep oldu.
İcraatında çok sert ve kırıcı oluşu yüzünden Abaza Hasan ve Kürt Mehmed gibi yakınlarının da kendisinden yüz çevirmesi üzerine yalnız kaldı.
Yeniçeri ve sipahi ileri gelenleri birleştiler. 8 Mayıs bin altı yüz elli beşte harekete geçen âsiler, dördüncü Mehmed’e haber göndererek İpşir Paşa ile kethüdâsının ve şeyhülislâmın kendilerine teslimini istediler.
Ardından sadaret sarayına yürüdüler. İpşir Paşa Topkapı Sarayı’na sığındı.
Bu arada kendi sarayındaki bütün eşyası yağmalandı.
Aynı şekilde ertesi gün Ebûsaid Mehmed Efendi’nin konağı talan edildi.
Sarayda yapılan toplantıda devlet ricâlinden hiç kimsenin veziriazam lehinde bir şey söylememesi üzerine Mustafa Paşa mührü çıkarıp padişaha teslim etti.
Yerine Murad Paşa getirildi.
Bir süre mahpus tutulan İpşir Mustafa Paşa âsilerin dağılmaması üzerine idam edildi.
Deyyus’luktan asiliğe, asilikten sadrazamlığa gelen ancak iki ay on altı gün görev yapabilen İpşir Mustafa Paşa’nın hayatı böyle son bulmuştu.
Cesedi ise Çarşıkapı’daki Kemankeş Kara Mustafa Paşa Türbesi dışında defnedildi.
Günümüzde burası istimlâk edilerek yol yapıldı.
Kaynaklar:
Evliya Çelebi- Seyahatnâme
Kâtip Çelebi - Tuhfetü’l-Kibâr fî Esfâri’i-Bihâr
Sicil-i Osmanî - haz: Nuri Bayraktar
J. von Hammer, Devlet-i Osmâniyye Târihi
Zarif Ongun - Sultan İbrahim Hakkında Vesikalar, Yeni Tarih Dergisi
Solakzâde - Târih Solakzâde Mehmed Hemdemî
Sabahattin Kerimoğlu - Sultan İbrahim Deli mi idi?
Uzunçarşılı - Osmanlı Tarihi
Comments